16 Aralık 2008 Salı

AŞİNA OLMAK KÜÇÜMSEMEYİ DOĞURUR

Şu meşhur çıldırtan abone diyalogları var ya ;artık onlar da beni çıldırtmıyor. Çok hissiz olmaya başladım.Her ne kadar şefler buna ”tecrübe” dese de bence sadece” aldırmazlık” .Bugün mübalağasız adamın biri bütün sülalemi sevgiyle andı.Önce derin bir soluk aldım ve lafını kesmeden şikayetini dinledim, bana sorduğu sorulara cevap vermeye çalışırken kesinlikle beni dinlemediğini fark ettim.Gerçek “BEN”in yapması gereken kırarcasına telefonu vurmak olurdu.(bunu ailem çok iyi bilir kapı ve telefon çarpmakta üzerime yoktur kızınca) ama bugün öyle olmadı.Bilinen en eski taktikleri kullandım bu sefer.Tepkisiz kaldım.İşe de yaradı bu onu daha da delirtti ama benim de istediğim buydu zaten. Başarmıştım.
Bizim büroda mutlak bir doğru vardır.En çok bağıran borçlu ilk önce borcunu ödeyendir.Öyleyse neden hasta hasta gırtlak patlatayım ki.
Ama yine de sabrını zorlayanlar var tabii.Adam sadece adres soracak onu bile kriz durumuna sokabiliyor.
(Arkadaşımın başına gelmiştir)

Adam: Kardeşim ben Faktörlüğün oradayım nereye doğru yürüyeceğim
A..u : Nerdesiniz……!!!!!!????? Puhahaaaaa
Adam: Faktörlük yok mu burada işte DEÜ Faktörlüğü
A..u : Rektörlük olabilir mi acaba?(bu arada idrarını kaçıracak dereceye geldi gülmekten)
Adam : Biz ne diyoruz kardeşim işte dalga mı geçiyorsunuz.

Adam şivesi de işin içine girince A..u’nun kendine gelmesi epey uzun zaman aldı.Bu arada adamın sorduğu yer iş yerimize sadece dört dakika mesafede olmasına rağmen hiçbir zaman büroya gelemedi.Sanırım ısrarla Faktörlük aradığı için.

15 Aralık 2008 Pazartesi

BU NE BİÇİM GÜN BÖYLE


Zaten yıllar sonra bulmuşum idealimdeki işi onu da saçma sapan bayram(bana göre bayram olmayan)tatili denen gereksiz aralar bölüyor.Oldu mu şimdi mutlu musun yani.Sabah şirketin kapısına geldim ve binanın kokusunu alınca birden duraksadım.Nedense hiç içeri giresim gelmedi.Sonra kendimi zorlayarak bir iki adım attım ama düşündüğüm gibi olmadı…Masam,koltuğum hatta işe başladıktan üç ay sonra kavuştuğum çöp kovam bile yabancı geldi bana.Bütün bunlar yetmezmiş gibi öğlen yemeğinde kurban kavurması falan çıkınca artık eve gidip biraz eşya toplamak istiyorum demek geldi içimden.
Bir haftada aramam gereken tam 4527 kişi var.Fakat haftaya başlar başlamaz , işini yapmış olmak için yapanların benden önce bıraktığı yanlışlarla dolu artıkları temizlemek , yıllık iznini bir türlü kullanamayan şefimizin acısını öncelikle benden çıkarması gibi sebepler işime konsantre olmamı daha da zorlaştırdı.Tam hazırım artık derken bir şey söylemek için telefon ettiğim kayınvalideme hiçbir şekilde ulaşamamanın verdiği sinir-stres harbi aldı aklımı başımdan.Her ikisinin de cep telefonu kapalı..ev telefonları cevap vermiyor..site güvenliğine kadar heryeri ayağa kaldırdım..yoklar…oldukça kabarık bir trafik kazası dosyaları olduğu için insanın aklına iyi bir olasılık gelmiyor.Artık Çato da atlamış arabaya evlerini kontrol etmeye gidiyordu ki halasından aldım haberlerini.Meğersem hatun dişçiye gitmiş baba da yürüyüşe çıkmış.Tamam da böyle anlarda cep telefonu taşımazsan ne zaman taşıyacaksın…Ama intikamım acı olacak..
*Bulaşık makinem çalışmıyor…Evde atılması gereken bir sürü eşya – kitap gibi ıvır zıvır var ama biliyorum ki elimi sürersem yine hiçbirini atamayacağım.Elim öncelikle Çato’nun eşyalarına gidiyor nedense (hehehee)
*Telefonumdaki resim ve videoları bluetooth’la bilgisayara atmayı bir türlü beceremiyorum.
*Şuanda hem yazı yazıyorum hem de oğlumun güzel suratını seyrediyorum kaşık suratını ısırmak geldi içimden.
* Çato devamlı iğrenç belgeseller seyrediyor.1940’larda yapılmış savaşlarda kullanılan eski püskü uçakları izliyor.Nedir yani?
* Yarın iş yerinde yemekte kelle-paça çıkacak…yani yine açım..

14 Aralık 2008 Pazar

EVLENDİK...

Aslında bunu ev alanlar söyler biliyorum ama öyle bir umut olmadığı için bundan sonra her taşındığımız ev için söyleyeceğim.Bu bizim on senede sekizinci evimiz.Yani aslında karı koca bağımlılığımız da diyebiliriz.Her ne kadar tek rakibimiz Calanon olsa da henüz kendisinin hızına yetişemedik.Onlar kıta değiştirerek bize devamlı fark atıyorlar.Bayram tatilinin üç gününü ev bakarak(günde 25-26 tane)geçirdik.İçim dışım ters dublex,düz dublex,ebeveyn banyo,3+1,4+1,5+1 iki banyo parke,hazır mutfak,güvenlik........aklımı oynatacakken son gün seçenekleri sadece beşe indirebildik...Aradığımız özellik çok olunca o bolluğun içinde kısıldık kaldık.İşe yakın olsun,yuvalara yakın olsun,güvenliği olsun vs.En sonunda Antalya'ya gittiğimizde ilk baktığımız evi tuttuk.O kadar yorgunluktan sonra evi tuttuğumuza sevinemdim bile.Şimdi gözümün önünden nakliye kamyonları,evin içine saçılmış gazete kağıtları,hurçlar ve"yenge çay yapsan da içsek "diyen hamallar(en son bizi taşıyanlar istemişti imdadıma alt komşum yetişmişti sağolsun)geçiyor.
Oğlana evi beğendirdik.Ama bana sıkıntı gerektiği için bir türlü huzurlu olamıyorum işte.Şimdiden hüzün kapladı içimi.Yılbaşı ağacımız bile olamayacak çünkü herşey kolilerde olacak.Ufak tefek yapılması gerekenler çok vakit alacak.Adres değişiklikleri,nakiller,iptaller oooff of.
Neyse bir de güzel tarafı yarın iş var.Bu tatil bana çok uzun geldi işimi özledim.Biraz kavga kıyamet yaşayıp kendime gelmem lazım.

29 Kasım 2008 Cumartesi

ALKIŞLARIMI ALMAYIN BENDEN

Bugün şirket içi eğitim vardı.Aslında benim İstanbul'da daha önce katıldığım bir eğitimin bizim şirkete uyarlanmış haliydi.Otele vardığımda L.U.lobide eğitmenle oturmuş kahve içiyordu.Rahatsız etmemek için uzaktan başımla selam verip salona geçiyordum ki bana seslendi ve beni eğitmenle tanıştırdı.Süpervizörümüz SMGOON artık Antalyalı oluyor ama..."HINK" ne zamandır bu konudan bahsedilmediği için daha doğrusu ofiste millete anons etme fırsatı olmadığından vazgeçtiğini sanıyordum.Demek ki gözündeki yerim hala aynı diye düşündüm.
Eğitimin verileceği oteli ben ayarladım(nikahımızın yapıldığı oteli seçtim),eğitmenle ilgili bazı düzenlemeler yapmak zorunda kaldım çünkü maalesef organizasyonda bazı eksikler oldu..Daha önceki toplantıdan gözüme çarpan bazı ayrıntıları ekleyerek misafirimizi hoş tutmaya çalıştım.Eğitim çok faydalı,eğlenceli ve en önemlisi kazasız belasız sona erdi.Karşılıklı teşekkürler,tebrikler ve veda zamanı geldi.Akşam olduğu için herkes apar topar araçlara yöneldi,ben Çato'yu bekleyeceğim için en sona kaldım ve milleti uğurladım.Lobiye dönerken arkamdan seslenip yanıma geldi LU(patronun adının baş harfleri-biz kısaca aramızda kullanıyoruz)eliyle omzumu pıt pıtlayarak "Yine beni mahçup etmedin"dedi.İltifat ve veda faslından sonra o arkasını dönüp giderken ben eğitimin de etkisiyle bambaşka yerlere gittim.Lobide yüzümü ,kenarında babamla dans ettiğim havuza dönerek düşüncelere daldım.Tabii dalacağım çünkü belki sadece bana teşekkür etmek istedi ama aslında o beni yetiştiren anneme babama teşekkür etti.Yani aslında ben annemi ve babamı mahçup etmedim bugün.

27 Kasım 2008 Perşembe

BEŞ SENE SONRA KIBRIS HERHALE

Yazmak istediğim çok şey var da elim varmıyor.Biz yine uzaklara yolcuyuz,evimizi sırtımıza alıp gitme vakti geldi.Sıcaklara hem de çok sıcaklara..ANTALYA'ya taşınıyoruz.Konuyu hazmettiğim zaman yazarım....

YAHU BEN NE DEDİM Kİ???

Ben : İyi günler orası Ahmet Bey’in evi mi?
Adam : Hayır ben bu numarayı Telekom’dan aldım.
Ben : Hıı ??????????????????!!!!!

***** ***** *****
Ben : İyi günler Ayşe hanımla görüşecektim.
Kadın : Ev burası ev yok öyle biri
Ben : Nassı yani???????!!!!

***** ***** *****

10 Kasım 2008 Pazartesi

İÇİMDE KALMASIN DİYE...

*Ben biliyordum bir şey çıkmayacağını zaten ama uzmanından duymak rahatlattı.Garanti olsun diye dahiliyenin görmesini istedi , yarın bir de ona gözükelim bakalım….*Az önce babamın(bebek demeye benim dilim varmıyor n’apalım) blogunda (http://eceninbalkonu.vox.com) okuduklarımdan sonra eskilere daldım ve uzunca bir süre yüzeye çıkamadım.Kendi anılarıma ya da özlediklerime takılmadım ben.Onun bu kadar özlemi bunca senedir içinde biriktirip sözlü olarak değil de bir blog sayfasında dökmesine şaştım önce. Sonra şöyle bir düşündüm de hiç ona sormadım ki “şu konuda ne düşünüyorsun” ya da “sen ne hissediyorsun” diye. Aklına bir şeyler getirip hislendiği olurdu elbette ama biz onunla makara yapmaya alışık olduğumuz için hiç ciddi bir sohbet ortamı yaratamadım onu daha iyi anlamak için . Yalnız bir sefer yıllar önce iş için tek başıma Eskişehir’e gittiğimde yemek yerken “hala bana kızgın mısın?”demişti. Çok şaşırdım tabii.Çünkü ben ona ciddi ciddi hiç kızamamıştım.Neydi ona böyle düşündüren diye.”Ne için?”dedim.”Sizi evimizden ayırdığım için” dedi. Kimbilir neler söyledim ya da hissettirdim. Ama onun bunlara dikkat ettiğini bilmiyordum.Gemiyi kurtarmakla o kadar meşgullerdi ki benim neler düşünebileceğimi umursadıklarını bile sanmıyordum.Ne kadar geçinemesem de ablam yanımda yoktu , iflas lafını ağzıma sürmeye utanıyordum ve hiçbirşey olmamış gibi yaşamaya çalışarak arkadaşlarıma utancımdan yalanlar söylüyordum.Alıştığım hayat tamamen değişmek üzereydi ve bunu anlatabileceğim kimse yoktu etrafımda. Ben hayatımı aşk meşk gezme tozmalarla geçirirken kulak misafiri olduğum sıkıntılarımızı “nasıl olsa geçer , bir yolunu bulurlar”diye ciddiye almıyordum. Annem daha fazla yıkılmayayım diye bir gün geri dönebileceğimiz yalanını sık sık söylüyordu . Önceleri annemin uyarılarını dinlemediği için biraz kızgındım tabii sanki her şeyi tek ciddiye alan annemmiş gibi geliyordu. Ben nereden bilecektim ki onun sıkıntılardan kaçma yönteminin de bu olduğunu?Köpeğimizi alıp gezmelere gitmeler,ayaklarını uzatıp horul horul uyumalar… Ama bana bu soruyu sorduğu an balyozu yedim . Belki bana böyle düşündüren aradan geçen zamandı ama HAYIR asla ona kızgın ya da kırgın değildim ve bunu ona da söyledim. İyi ki yapmışız dedim hatta.Sen yoğun bakımlarda yatarken çok şey düşündüm hiç uyanamazsan senden gizlediğim bir şey kalmasın diye içimi dökmek istedim ama o kadar düşünmeme rağmen bulamadım. Sen hayatta belki de hiç kırılmadığım tek insandın,beni asla üzmeyen tek insandın , sevdiğimi bu kadar rahat söyleyebildiğim de tek insandın.Her ne yaşamamıza sebep olduysan kızgın ya da kırgın değilim sadece MUTLU ve GURURLUYUM.

9 Kasım 2008 Pazar

YARIN OLA HAYROLA

*Aman geldi çattı o gün işte..Ne kadar kaçmaya çalışsam da gitmek zorundayım.Böyle olacağını biliyordum.Ne de olsa tipik bir türk gibi hastalık son safhasına gelmeden doktora gitme gereği duymuyorum.O gün geldiğinde de ayaklarım geri geri gidiyor.Ben doktordan iğneden,ilaçtan falan korkmam sadece duyacaklarımdan /duyabileceklerimden korkuyorum.Yani tedavi değil de teşhis korkutuyor.Ya ciddi bir şey söylerse,ya gerçekten önemli bir hastalığım varsa diye.Ne de olsa anamın kızıyım ben elden ayaktan düşmekten,hayıflanmaktan hoşlanmam.Çok nadir hastalanırım ve pek kimse de anlamadan iyileşirim çoğu zaman hasta olduğumu bile anlamazlar.
Ama bu sefer canımdan bezdim önce bitmek bilmeyen sistit şimdi de gece uykularımdan eden sancıdan ağlatan ağrılar.Genelde hep bir teşhisim vardır ama buna bir anlam veremiyorum.Mecburen işin ehline danışmak gerekiyor maalesef.Aslında iki gün önce iş çıkışı kapısına kadar gittim baktım park etmiş ambulans içine hasta yerleştiriyorlar.”Millet nelerle uğraşıyor ben sancı çekiyorum diye doktoru mu meşgul edeceğim”dedim ve evin yolunu tuttum.Tam beş sene sonra ilk defa kendim için doktora gideceğim.Bir tanesinden kaçarken bakalım kaç tanesine gözükmem gerekecek.Canım kardeşim söylemişti bu yaşta kı..ına yatırım yapmazsan ilerde çok çekersin diye..;)
*Yarın öğlen işten kaytarıp yürüyüşe gitmek için de iznimizi kopardım en büyük baştan. Öğlen ATA’ ya SAYGI yürüyüşü var.Yemek aramızda bir saat kaçacağız bizim timle.Asfaltı arşınlamakla saygı olmaz biliyorum ama bu da bir nevi bireysel tatmin.O’nun bizler için yaptıklarının yanında ben bir saat yürümüşüm çok mu?Ele avuca gelir bir faydam olamıyor vatana millete.Tek yapabildiğim büyümekte olan oğluma onu anlatmaya çalışmak.Belki kısa vadede bir şey ifade etmeyecek ama uzun vadede ne olacağı belli olmaz.O da kendi evlatlarına öğretecek hatta belki öğretmen olup ülkesine faydalı çocuklar yetiştirecek.Boşuna dememişler ağaç yaşken eğilir diye.
*Dört ayaklı canlarıma hiçbir faydam dokunmuyor aylardır.Güya işe girersem maddi manevi daha çok şey verebilecektim onlara . Uzaktan seyredip sanal alemde protestolar çekmekten başka bir işe yaramıyorum.En son şirkette balkon camına resmen kafa atarak iniş yapan kanadı yaralı bir güvercine el uzattım İzmir’deki sayılı hayvan hastanelerinden birine telefon açıp durumunu bildirdim sağolsunlar epey uzaktan koşarak geldiler bir güvercin için, gayet şefkatle alıp götürdüler.Gelen adam iyileşir kanadı kırık değil ama ciddi yara almış demişti.Ertesi gün durumunu takip etmek için aradığımda yapacakları bir şey olmadığı için uyuttuklarını öğrendim.Yani daha bir güvercine bile faydam olamıyorken.750 köpek-neredeyse yarısı kadar kediye nasıl faydam dokunsun ki.Ben de hala evimize yakın mesken edinmiş üç şımarık var onlarla haşır neşir oluyorum.Neredeyse her sabah sevişiyoruz üçüyle de.Fırsatım varsa Çato’dan gizli aldığım yemeklerden sütlerden veriyorum.Mesela bir tanesi var kesinlikle tastan bir şey yemez onunkini diğerlerinden uzakta kaldırıma dökeceksin.En küçük olanı kimseye yaklaşmaz hep bir metre kadar mesafe bırakır ama sevdiğini gözlerinden ve durmayan kuyruğundan anlarsın.Siyah olan tam sokak köpeği zaten yemek için ruhunu satar paçalarından tutup çekiştirir.Dönüp giderken daha fazla oynamak istediğini belirtmek için kıçımdan ısırır.Ama ben hepsini çok seviyorum.Bir gün resimlerini çekip koyacağım buraya.
Yatma vakti geldi yarın hareketli birgün olacak.Genelde bu saatlerde sekizinci rüyamı görüyor olurdum.Bugün biraz gecikti çünkü 4-1’lik yenilgiden sonra moral sıfırın altında.Hatta “uyyhhh tıhandım haa…..:)

23 Ekim 2008 Perşembe

MEDYATİK PRENS VE MEMUR ANA-BABA


Ne olacak bu halim bilmiyorum.Neredeyse nefes almayı unutacağım bu kadar hızlı yaşamaktan.
İşler tam gaz devam ama biraz daha vites değiştirmeye fırsat bulamazsam motoru yakacağım. Hem it gibi yoruluyorum hem de bu yoğunluktan müthiş zevk alıyorum.Ama arada sanki bir şeyleri de kaçırıyorum.
Bugün bizim oğlan okulla Evcil hayvan fuarına gitti.Her sene olan bir organizasyon(geçen sene de gitmişlerdi) Bu sefer bir de yarın ki gösterileri için hazırlanan kostümleriyle gitmişler.Bizim ki prens rolünde-adına yakışsın diye mi ne?-Gök mavisi bir kostüm kafada şapka yandan beyaz bir püskül sarkıyor.Akşam okuldan aldım eve kadar zor sabretti…. anne televizyonu aç diye tutturdu eve girer girmez.Yemek saati olduğu için itiraz ettim.Ege bölgesinin yerel kanalını söylüyor aç haberleri deyince anladım.Bizimkileri çekmişler hem de oğlumla röportaj yapmışlar. Amaaaan hava binbeşyüz .
Yarın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gösterileri var(aynı zamanda okulun yeni eğitim yılının başlaması sebebiyle) İşten erken kaçıp cücemi seyretmeye gideceğim.Babası Belek’te iğrenç bir bayii toplantısında dört gün.O gelecek ben İstanbul’a gideceğim iki günlüğüne.Patron bana yatırım yapıyor ya beni eğitime gönderiyor.Voltran’ın kellesi bu işten hiç memnun değil (yani bizim şef) Kendisi “ben sevdim eller aldı”modunda geziyor.Aklınca beni keşfeden kendisi dolayısıyla övgü ya da madalya bekliyor ama en büyük baş onu görmezden gelip benimle direkt muhatap olunca bizim ezik oğlan agresifleşiyor ve kendi çapında bana cephe alıyor.Ben de salağa yatıp “ilk göz ağrım sensin ihanet de neymiş” havalarında geziniyorum.Ay paylaşılamamak ne güzel şey yahu..Hele ki işyerinde…
Oğlanın bir de altı yaş dişleri geliyormuş.Geçenlerde dişçiye gitmişlerdi.Doktor bunu söyleyince pek hoşuna gitmiş.Altı yaş dişi de geliyor ya ne ağrıdan eser kaldı ne mızıklanmadan.Kolay değil koca adam oluyor.Ona sorarsan baba olmasına ne kaldı şurada…

29 Eylül 2008 Pazartesi

ŞEKERLİ TATSIZ BAYRAM


Bayram geldi çattı.Aynı annem gibi ben de pek hoşlanmazdım bayramlardan.Aslında sadece teyzemiz vardı gidecek,anneannemiz zaten onlarla yaşardı ama nedense bana çok anlamsız gelirdi.Teyzemi her zaman görebildiğimiz için neden sırf bayram olduğu için süslenip püslenip gittiğimizi anlamazdım.
Şimdi aileden uzakta bilmem kaçıncı bayram geldi.Neler vermezdim varolanlarla bayramlaşmak için.Biz öyle bayramdı ,kandildi pek hislenen bir aile değildik gerçi ama insan uzakta olunca maneviyat ağır basıyor.Babacığım iyi olsaydı belki annemi de tutar elinden getirirdi buralara.Giray’ı şımartıp beni sinir ederdi ne güzel.Beni sinir eden her hareketine gülerdi.Annem türk kahvesini yapıp” ben bir hava alayım” diyerek balkona kaçardı.Sonra annemin oğlana getirdiği kitapları adam başı üç kere ona okurduk.Babam yere yatıp ayaklarını koltuğa kaldırıp uyuklardı.Kutup Tilkisi telefon açar benim sesimi duyar duymaz da “annemi ver” derdi.
Yarın bayram kahvaltısı bizim evde. Çato’nun neredeyse bütün ailesi(tabii benim de ikinci ailem) burada olacak. Ama bu bayram biraz daha buruğum.Dedim ya ben yaşlanıyorum. Bu işyerindekiler tarafından tescillendi.Cumartesi günü mesai bitiminde şeker dağıtımı ve bayramlaşma faslı vardı. Bizim gruptaki kızların hepsi elimi öptü. Bunlar beni gerçekten ihtiyar sanıyor galiba .Ya da ŞEF olduğum için şimdiden yağ çekmeye başladılar.
Niye büyük harfle yazdığıma gelince bayramdan sonra mesaime Genel Koordinatör(bir nevi Personel Şefi) olarak başlıyorum da…Savaş çanlarını şimdiden duyar gibiyim.
Neyse gidip son hazırlıkları yapmam gerekiyor.Canım ailem şimdiden bayramınız kutlu olsun.

16 Eylül 2008 Salı

DAHA YOLUN BAŞINDAYIZ

Bugün sesli düşünerek sordum” çok mu uzun süre evde oturdum acaba?”diye çünkü kendimi çok yorgun hissediyorum.Çato atladı hemen “yaşlanmış olamaz mısın?”diye..halt etmişsin sen onu ihtiyar.Yaşlanmadım tabii ki sadece aynı anda dört beş konuyu düşünmek hatta araya ileriye dönük planlar sıkıştırmak benim kapasitemi aşıyor ama yine de yapmaya çalışıyorum.Ne de olsa uzunca bir süre beynim sadece sabah kalktıktan sonra evin hangi köşelerini kazısam da oyalansam ya da oğlana ne pişirsem de mızıklanmadan yese diye düşünmekle yetindi.Şimdiyse bırak bugünü düşünmek; yarını ,bir hafta sonrasını hatta bir-iki sene sonrasını düşünmekten aynı zamanda da günlük yapmam gereken işlere dikkat sarf etmekten beyincağızım error veriyor.
Şikayetçi değilim sadece “vazgeçtim” demekten korkuyorum. Pes edeceğim günün gelmesinden korkuyorum. Oysa bir şeyleri başardıkça hele bir de takdir gördükçe çıtayı daha da yükseltiyorum kendi çapımda.Kendi kendime daha fazla söz veriyorum.Önce vücut sağlığım sonra da akıl sağlığım yerinde olursa yine de yapacağım,kararlıyım ama o kadar sabırsızım ki yeni bir hedef koyunca kendime önce ona ulaşmak istiyorum ama başladığı işi bitirmeden yenisine geçemeyenlerdenim.Sonucunu görmeli alkışları duymalıyım.
Uzunca bir süredir , iş yerinde patronların gözünde farklı bir yer edindiğimin farkındayım(birçok şeye dayanma sebebim de bu ) benim için farklı planları olduğu çeşitli güvenilir kaynaklardan kulağıma geliyordu.Bugün konuyu görüşmek üzere ilk daveti aldım en tepeden.Önce eski çalışanlardan örnekler vererek bir girizgah yaptı.Sonra çalışanların bana davranışlarını çok beğendiğini bu saygıyı onlarda uyandırmış olmamın sadece benim kişiliğimle alakalı olduğunu ahlaki ve kültürel olarak diğerlerinden nasıl sıyrıldığımı falan söyledi ayarında(yani beni şımartmadan)…İçimden o anda evde attığım kahkahalardan birini atmak geldi (konuşmayı derhal sonlandırmasın diye kendimi tuttum:) Ve beni genel koordinatör yapmak istediklerini bunun ailenin ve çalışan belli başlı avukatların ortak fikri olduğunu söyledi.Sadece yedi aylık bir eleman için beklenmedik iltifatlardı tabii ki..
O anda içimden “Lütfen arayıp benim hakkımdaki düşüncelerinizi babama da söyler misiniz?”demek geldi. O dakikada benim duyduğum gururu babamın da duymasını istedim.Biliyorum babam Magissa ve benimle zaten gurur duyuyor ama sadece evlat olarak değil (küçük çaplı da olsa) iş kadını olarak patronumun/larımın benimle ilgili düşüncelerini de bilsin istedim.Gözden uzakta bir haltlara kalkışıp “bak ben şunu yaptım”demek değil..Yaptıklarımın / verdiklerinizin filizlerini görmenizi istiyorum.Bütün telaşım bu yüzden.Lütfen bu meyveleri toplayana kadar sabret olur mu ?

22 Temmuz 2008 Salı

SİNİR BOŞALMASI

Bugün kendimi kaybettim istemeden.Belki de aynı acıları yaşamış birisi olarak çok iyi anladım ÜMMÜGÜLSÜM BAKIRA'yı…
Dün,tebligat gönderdiğimiz abonelerden birinin eşi aradı.Tipik bir borç sorma diyalogu geçti aramızda.Telefondaki ses tam bir Egeli şivesiyle konuşuyordu.Gelen kağıdı aldığını ve içinde de yazdığı gibi mal beyanında bulunduğunu falan söyledi.Önce kocası adına mal beyanında bulunamayacağı için kızgın biraz da azarlar bir tonda neden kocası adına işlem yaptığını sordum.Aynı şiveyle”beyim hasta olduğu için,zaten raporunu da mal beyanıyla dosyasına gönderdim”dedi.Buna benzer o kadar palavra dinliyoruz ki hergün…ben kestirip atar bir tarzda “o raporun aynısını bana da fakslayın”dedim..Çok geçmeden Ümmügülsüm Hn.’ın bir kırtasiyeden çektiği faks bana ulaştı.
Rapor Fethiye Devlet Hastanesi’nden dokuz doktorun imzaladığı, hastanın vücut fonkiyonlarını %100 oranında kullanamadığı,spastik trapalatoji(bunun gibi bir şeydi)yani beyin ödemi olduğunu tasdikleyen bir rapordu.Hemen abonenin eşini aradım.Bunun anladığım şey olup olmadığını sordum.Beni doğruladı kocası(ki sadece 36 yaşında)altı aydır bitkisel hayattaydı.Daha fazla konuşamayıp konuyu vekil avukatlığını yaptığımız firmaya bildireceğimi söyledim.Bu arada bana ilk konuşmamızda Kaymakamlık yardımıyla geçindiklerini de söylemişti.Ama o kadar yarım yamalak konuşuyordu ki ben onu neden ….aboneliği aldıklarını sorgulayarak yine azarlamıştım(dilimi eşekarısı soksaydı keşke)
Hemen bana gelen faksı ….kuruluşundaki yetkililere gönderdim zaten izahate gerek yoktu her şey ortadaydı.Allahtan pek göstermedikleri bir hassasiyet göstererek dosyadan feragat ettiler(alacaklarından vazgeçtiler ve dosya kapandı)Ben yine durumu bildirmek için abonenin eşini aradım.Önce soğukkanlılıkla Feragat dedim anlamadı tabii..Yani alacaktan vazgeçtiler dedim.O bana hala “asıl alacak ne kadar nereye ödeyeceğiz “diyor.İşte o zaman kendimi tutamadım.Yüz milyon için etmedik küfür bırakmayan çirkeflerin yanında,bu kadın hala borçlarını temizleme derdindeydi.Ben de başladım ağlamaya “borcunuz yok artık “dedim.O,aynı metanetle beni sevdiklerime,aileme bağışlaması için dua etmeye başladı.Belki biraz yüzüne kapatır gibi oldum ama görüşmeyi sonlandırdım.
Allah senin gibi dürüst insanları da sevdiklerine bağışlasın ÜMMÜGÜLSÜM BAKIRA.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

YORGUNUM

Gerçekten çok yorgunum,Fiziken değil ama ruhen o kadar yorgunum ki bazen başım vücuduma ağır geliyor.Bundan sadece altı ay öncesine kadar dua ediyordum hafta on gün olsun ve ben on gün de çalışayım diye.Çalışmaktan şikayetçi değilim aksine tam bana göre olduğunu düşündüğüm için neredeyse karın tokluğuna da olsa çok severek yapıyorum işimi.Oğlumdan uzak kalma pahasına,babama söz verdiğim halde ders çalışamama pahasına hala herkesten önce gidip herkesten sonra çıkıyorum işyerinden.Ama nedense evde oturduğum zamanlarda dert olmayan şeyler büyük mesele oluyor gözümde.Aramam gereken arkadaşlar,akrabalar,yardım etmem gereken dört ayakları güzel suratlılar…ve ben hiçbirine zaman ayıramıyorum.Halbuki işe girdiğim zaman bunların daha kolay olacağını sanmıştım.
Bir de çalıştığım yerdeki kızlara bakıyorum(gerçi neredeyse hepsi bekar)ne kadar gamsızlar,rahatlar,hepsinin tek derdi ertesi gün ne giyecekleri ya da çıkışta nereye gidecekleri.Çıkışta beş dakika geç kalsam “amaaaaan sen mi kurtaracaksın burayı”diyorlar.Hayır elbette ben kurtarmayacağım orası ben olmasam da dönecek ama ben rahat yatamam ki ertesi güne sarkmış işlerle.Her işimi “bana bir şey olursa arkamdan gelen ne yapacağını bilsin”düşüncesiyle temiz bırakmazsam uyuyamam ben.
İster batsın ister çıksın ben arkamı derli toplu bırakayım da..Ece’nin kızı olduğumu göstereyim de gerisi önemli değil

KAN KIRMIZI AYDEDE


İsimlerinin hakkını vermeleri nerdeyse onbeş yıl alıyor. Yok olmaları onbeş dakika bile değil.İki gündür ciğerimiz yanıyor-hatta bildiğim kadarıyla şunları yazarken bile yanmaya devam ediyor-.İzmir’imin küçük ilçesi Menderes iki gündür alevler altında şehir merkezinde hasretle beklediğimiz esintiler orada şiddetli rüzgar halinde esiyor ve felaketi hızlandırıyor.Dün akşamüzeri gelen telefonla aldık haberi “eski yoldan gelmeyin yangın var”diyordu ucundaki ses.Oğlanı babaannesine götürecektik.”biz zaten geç çıkarız”dedi eşim.Gerçekten de gece denebilecek bir saatte epeyce geç çıktık yola.Bir yandan da karşı taraftan akan trafiğe bakıp bu kadarı normal değil bu saatte dedik birbirimize.Gümüldür’e yaklaştıkça Ay’ın tabiat harikası olmaktan öte felaket habercisi gibi olan kırmızı rengini,farların ışığında uçuşan şeylerin kelebek değil de küller olduğunu fark ettik.Biraz daha ilerde de yola girişi engelleyen jandarmaları gördük.Yol boyunca elektrikler kesik olduğu için tepelerin arkasından yansıyan kızıllığı görmemiz daha kolay olmuştu.Vardığımızda orada da elektriklerin olmadığını gördük.Belki ertesi gün gelir dedikleri için ailemizi orada bırakıp evin yolunu tuttuk yine, vakit artık iyice geceyarısı olduğundan uzun da olsa Kuşadası yolunu kullanmaya karar verdik.Asıl yangın bölgesine oldukça uzak bir noktada otobandan geçerken eşim birden alevleri gördü.Hem gece olduğundan hem de pek yön kavramım olmadığından bunda ne gariplik olduğunu anlayamadım önce sonra eşimden alevlerin bu kadar yüksek olmasa o mesafeden görülemeyeceğini öğrendim.Hem de bir noktada değildi.Üç tepe birden yanıyordu. Üç köy birden boşaltılmış.Benimki gaddarlık mı yoksa gerçek merhamet mi bilemem ama aklıma ilk evini terk eden insanların geride bıraktıkları savunmasız hayvanları geldi.Kümeslerde tavuklar,bağlı duran köpekler,ahırlarda küçük-büyük baş hayvanlar,ormandaki kuş yuvaları,kaplumbağalar tavşanlar,tilkiler…v.s.
Ayaklarından metrelerce toprağın altına prangalı ağaçları zaten saymıyorum asıl kurban onlardı çünkü :(
Bugün benim de üye olduğum bir gruptan gelen e-posta ciğerimi iyice dağladı.İzmir’in sayılı hayvan barınaklarından birisi de tam o bölgenin ortasındaydı.Binlerce hayvan,sadece 1500 tanesi köpek gerisini düşünün artık.Yakın çevredeki hayvanseverleri ve veterinerleri tahliye için yardıma çağırıyorlardı.Ben burada elim kolum bağlı sadece kahrolabiliyorum.
Bu acıları daha önce defalarca yaşadık hatta her yaz yaşıyoruz. Belki hiçbiri Gelibolu kadar içimi acıtmadı ama her yangında Kutup Tilkisi’nin evimizin orada yanan ağaçlara bakarak “Bizim ayaklarımız var kaçıyoruz ama onlar hem canlı hem de kaçamıyor”diye ağlaması geliyor aklıma. Doğru ;can çekişerek ölüyorlar ve en acısı da buna sebep olan biz acımasız insanoğluyuz.
DÜNYANIN EN BÜYÜK DÜŞMANI İNSANDIR.

29 Haziran 2008 Pazar

ÖZLEMİN BAMBAŞKAYMIŞ :(

Bizim oğlan evciydi bu hafta(annemin tabiriyle)Malum biz çalışıyoruz diye babaannenin yazlığında kaklıyor ya..Babası Cuma'dan aldı eve getirdi.Evde onun varlığı,onun nefesi ne çok şey demekmiş meğer.Az önce de yine bırakmaya gitti, ben de sessiz kimsesiz evde oturdum medeniyetin başına.Uzamış bacaklar,kararmış bir ten ve koca göbeğiyle gelmiş cüce.Haftasonumuzu ailece geçirdik.Daha önce de dediğim gibi nasıl geçecek koca yaz bilmiyorum.
Ayrıca bugün annemle babamın 32.evlilik yıldönümü.Annem zaten bugünün değerini anlatan çok güzel yazısını blog sayfasına döktürmüş benim ekstra birşey söylememe gerek yok.Sadece onların sağlıkla daha çok ama çok uzun yıllar bizimle olmasını diliyorum.Umarım her evlilik onlarınki gibi birinin sabrı ötekinin bitmeyen sevgisiyle ömür boyu sürer.
İşyerine gelince hala nasıl oluyorsa sabahın altısında öf demeden kalıp koşarak gidiyorum ve hala çok seviyorum.Gerçi işe girdiğimde benden her konuda yardımlarını esirgemeyen iki arkadaşım adliyenin sınavını kazanıp işten ayrıldı benim için biraz hüzünlü oldu ama onlar adına da çok sevindim.Birisi Başsavcının kalemine diğeri icra kalemine düştü.Aldığım haberlere göre çok yakında bir sınav daha yapacaklarmış.Bu sefer ben de katılacağım.Ama biran önce MEB onaylı bilgisayar sertifikası ayarlamam gerek.Tek yapmam gereken üç dakikada en az doksan kelimeyi eksiksiz ve yanlışsız yazmak onu geçince de mülakatta başarılı olmak.Onlar gidince bizim grupta Hukuk öğrencisi arkadaşımızdan sonra tecrübeli denebilecek bir tek ben kaldım.Yani çömezlere ahkam kesebilecek kıvamdayım artık..
Bir de bu İzmir sıcaklarıyla baş etmenin yolu olsa..Aslında var..Ben genele göre şanslı olduğumu bile söyleyebilirim.Evde de iş yerinde de klimamız var ama insan arada bir temiz hava da solumak istiyor haliyle.
Bir sonraki yazım için şimdiden kopyamı da vereyim.Geçenlerde yazmıştım ama önizleme yapayım erken nasıl olduysa silmiştim..tekrar yazacağım.
Konu:Ofisi karısıyla basıp terör estiren abone....

16 Haziran 2008 Pazartesi

YIL SONU


Yoğun okuyucu istekleriyle yine aranıza dönmeye karar verdim. Şaka bir yana birkaç yazı yazmıştım ama ön izleme yapayım derken nasıl becerdiysem bütün yazdıklarımı sildim. Anneciğimden aldığım akılla bu sefer olacak umarım.
Yoğun bir hafta geçirdim onun için de yaşadıklarımı sıcağı sıcağına aktarayım demiştim ama bu sefer sadece dünü yazacağım.
Küçük pis Arnavut’umun dün müsameresi vardı.Bir tiyatro sahnesinde ilk gösterisi olacağı için tipik görmemiş anneler gibi hazırlandık babasıyla.Sene boyunca okuldan alıp biz gelene kadar kendi çocukları gibi bakan aile büyükleri de geldi oğlumuzun gösterisine…Bütün sene sır gibi sakladıkları gösteriyi haliyle merakla beklemeye başladık.Konusu Küresel Isınma olan yıl sonu gösterisinde oğlum çiçek rolündeydi :D Dünyamız bu hale gelmeden önceki zamanlarında yeşeren mutlu çiçekler rolündeydi..Ayağında pisi pisileri kafasında çiçek yapraklarını temsil eden püsküllü bonesi(kafa da çiçeğin ortası oluyor tabii) üzerinde pembe kırpık paçalı pantolonu falan pek şekerdi.Kendini öyle bir kaptırmış ki gözünü kopya veren öğretmeninden ayırmadan dikkatle yaptı hepsini hatta arkadaşlarının da yanlışlarında müdahale etmeyi unutmadı düzen insanı :)
Beni zaten sormayın gitsin o güzelim gösteride neredeyse her haltı gözlerim yaşlı izledim.Açılış konuşmasında Babalar Günü’nden bahsedilince başladı çenem titremeye,ölüm yıldönümü olduğu için andığımız İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın adı geçince,Atatürk’ten girip şehit askerlerden çıkınca iyice kötü oldum.Sonra oğlumu da büyümüş Kültür Merkezi salonlarında gösteri yaparken görünce aklıma”aya aya”diye evde yürüteçle gezen hali düşüverdi ……. tutmayın beni.
Şimdi babasıyla tatildeler,babaannenin yazlığında iki gün kaçamak yapacaklar..Büyük Arnavut yarın geliyor ama küçük olanı bütün yaz orada artık ,hafta sonundan hafta sonuna göreceğim böceğimi..Çok özledim..
Anne sen de beni özledin mi?Bu evlat çok fena bir şeymiş hiç söylemedin :D

31 Mayıs 2008 Cumartesi

AH KUTUP TİLKİSİ AH


Az önce Kutup Tilkisi'ni okurken o güne gittim ve yine ağlamaklı oldum sinirden.
Bir yaz günü geldi bu iş başıma sabah oğlum ben uyurken yatağımıza gelmiş benim uyanmamı beklerken de dergilerini koyduğu bir dosyayı yanında getirmiş yatağımda ona bakıyor..Ben onu öpe okşaya uyandım fakat o sırada bacağında köpeğimiz JD'den tanıdığım bir mahlukatı görmemle sıçrayarak yataktan fırlamam bir oldu."Bu ne?"demeye kalmadan dergilerin üzerinde bir-iki derken bir sürü pire.Oğlanda sadece külot vardı.Çişim geldi deyince tuvalete götürüp külodunu indirmemle çıtırının arasında ve külodun dikiş yerinde de görünce o asalağı çığlıkları attım tabii.Çocuk ne olduğunu anlayamadı garibim pire falan dedim öldürüp gösterdim."hayır anne o karınca salonda da bir sürü var"dediğinde kan beynime sıçradı.Çocuk haklı ,salonda parkenin üzerinde bir bulut halindeler.Daha önce elbet pire gördüm fakat birgün içinde taş çatlasın üç beş tane bir ordu değil yani..Hemen kahvaltıdan falan vazgeçip kayınvalideyi aradım ve oğlanı ona bırakarak ilk gördüğüm ilaçlama firmasına daldım.Adama derdimi anlatırken ağlama krizine girdim.Çünkü böyle birşey olamazdı en azından benim evimde olamazdı.Ben evimi çamaşır sularıyla yıkayan yerde saç görsem evi kırklayan temizlik yapmaktan elleri yara olan titiz insandım..benim evimde olamazdı.Adam tam saat verecekti ki kıyametler kopararak "Ya şimdi gelin ya da ben evi ateşe vereceğim"dedim.Sağolsun gelen adam gayet titiz bir şekilde çamaşır çekmecelerimizin içine kadar ilaçladı.Biraz rahatladım.Fakat internetten ve Kutup Tilkisi'nden öğrendiklerim içime kurt düşürdü.15 gün kuluçka süresi varmış ve ilaç yumurtalara etki etmiyormuş.Neyse bu arada ev de temizlendikten sonra İstanbul'dan çocukları da olan arkadaşlarımız bize yatıya geldiler tabii başımıza gelenleri biliyorlardı.Aradan iki-üç gün geçmişti ki küçük kızları yanlışlıkla bir bardak kırdı.Yerde kırıkları toplarken arkadaşımla o tanıdık canlıyla karşılaştık ikimiz de.Biraz alaylı biraz da korkarak"seninkiler özlemiş herhalde bak geri gelmişler"demez mi...Ben cinnet geçireceğimi falan sandım..Onlar apar topar evlerine dönünce artık yöneticiye haber verme gereği duydum.Meğersem giriş kattakiler ve benim altımdaki daire de aynı dertten muzdaripmiş fakat herkes söylemeye utanıyormuş.Yönetici hemen firmayı arayıp bütün apartmanı ilaçlamaya aldı..Öyle ya lokal midahale işe yaramıyor.O manzarayı unutamıyorum,gelen adamın üzerinde açık renk bir pantolon bahçede ilaç yaparken hepsi ışığa koşan pervane gibi adamın paçalarını sardılar(şu dakikada kaşınmaktan kafa derim yüzülüyor bunları anlatırken)
Biz pirelerden kurtulduk..Ama fazla da uzun sürmedi o evi terk etmemiz.Bir iki ay önce iş yerinde adliyeden dosya gelince beni bir kaşıma tuttu."Alla allaaaa"derken arkadaşım aklınca beni rahatlattı"yok yok bişey olmaz dosyalarla gelen toz PİRE sidir"demesin mi...............................

27 Mayıs 2008 Salı

CANIM YAMUKLARIM

Yıllarca sakladım onları herkesten utandığım için.Ne yapayım çarpıklardı çünkü.Herkesin bezelye gibi parmaklarına bakımlı tırnaklarına baktıkça daha çok utandım..Deniz kenarında kuma gömdüm,havuz kenarında havluya sardım,kimse görmesin diye havuzdan insanlarla aynı anda çıkmadım..ben bakıyorum ya herkes de bana bakıyormuş gibi geliyordu.Evet evet ayaklarımdan bahsediyorum.
Ama birgün barıştım onlarla.Vapurda gördüğüm üç ayak başparmaklı kadının hiç çekinmeden ayaklarını sergilediğini görünce"neden olmasın"dedim.Nankörlük ettiğime karar verdim.Öyle ya onca senedir gık demeden beni taşıdılar..Bense onları hep kalıpların içine hapsettim.Artık özgürler...Birkaç senedir burnu açık ayakkabı giyebiliyorum,birinin evine gidince rahatlıkla ayakkabılarımı çıkarıyorum.Hem farkettim ki ben söylemesem kimsenin ayaklarıma falan baktığı da yok :)
Yalnız işe girdiğimden beri aramız yine çok kötü.Kolay değil tabii yedi senedir evde yalınayak sokakta spor ayakkabı canlarının istediği gibi gezdiler ama şimdilerde şıklık uğruna ben onlara eziyet ettikçe onlar da acısını benden çıkartıyor.Halbuki oniki saat ayağımda olacaklarını düşünerek en rahat gözüken ayakkabılarımı giyiyorum hatta olmadı diye iki tane daha aldım ama mutlu değiller işte:( Şimdi her tarafları yara içinde hafta da ortalama üç kutu yara bandı tüketiyorum olmuyor.Küstüler bir kere.Masam da müsait değil ki arada bir gizlice çıkarıp havalandırayım.Pazardan pazara yamukları avluya çıkarıyorum işte..Yine de sizi seviyorum canım ayaklarım :D

Ne yapayım benim de "en önemli"derdim bu,bu aralar...

19 Mayıs 2008 Pazartesi

HEPSİ GİTTİ

Altıncı duyu organımı kaybettim dört gün önce:(((Bilgisayarım çöktü..Hemen şirketteki bilgi işlem sorumlumuza(doktora)götürdüm."N'olur kurtar onu"dedim.Sağolsun birkaç defa format atmadan kurtarmak için uğraştı ama olmadı..İşi bitmediği için onu orada tek başına bırakıp eve döndüm cumartesi günü..Ay ne kadar önemliymiş benim için meğer..
Aslında aklımda olan tek şey onun sağlığı değil onca anı var onun içinde.RESİMLER.Birçoğu sadece onun içindeydi.Hepsi tarih ve önem sırasına göre albümdü içinde.Sırdaşıma yüklemiştim çekinmeden,kimseyle paylaşmayacağını bilerek ,güvenerek..Oğlumun içerdeki ve dışardaki hali,Akyaka'mın en güzel manzaraları,babamın sağlığı ve hastalığı....ooooofffff oooooffff hepsi gitti.Şimdi şu satırları emanet bir makinadan yazmak bile kanıma dokunuyor oysa onu en son Cuma günü elime aldığımda buraya başka şeyler yazmayı planlamıştım.Japon hayranlarımı :),işyerindeki yeni dedikoduları başıma gelenleri falan hepsi bekleyecek şimdi..

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Önemli Kararlar Aşaması


İşimi çok seviyorum daha doğrusu çok sevdim.Başlarken çok endişeliydim ve ilk zamanlar aklımdan hep "olmadı"deyip kaçmak geliyordu.En ufak bir hatanın bile geri dönüşü,"ay pardon"u yok çünkü..Büroda 45-46 kişiyiz.Tabii ki bunların hepsi gün içinde büroda değil.Bir kısmı adliyede,bir kısmı hacizde(ki buna aramızda av diyoruz)bir kısmı da büroda.Fakat yaş ortalaması biraz düşük.Tabii böyle bir ortamın disiplinini sağlamak oldukça zor olduğu için nazi kampı kuralları geçerli.Her ne kadar kurunun yanında yaş yansa da ben halimden memnunum.Çünkü iki hafta öncesine kadar adımı bile bilmediğini düşündüğüm patronumuz beni pek bir övmüş.Hatta büroda kulaktan kulağa paylaşılamadığım konuşuluyor.

Halbuki yapılan işle ilgili iki ay öncesine kadar en ufak bir fikrim yoktu ve ne öğrendiysem bu süre içinde öğrendim ama o kadar hoşuma gitti ki öğrenme sürecim çok hızlı oldu ve performansımı etkilemiş demek ki.Patronun eşi bir yandan (ki kendisi de epey ünlü ve iyi bir avukat)kendisi bir yandan,şefimiz bir yandan beni paylaşmaya çalışıyorlar.

Dün şefimiz beni yanına çağırdı ve "seni Perihan Hn.istedi dün akşam"dedi.Yani onun gözü kulağı olmak gibi birşey bu.Normal şartlarda başka bir yerde olsa bu atlanacak bir durum fakat bizim büroda sürgüne gönderilmekten farkı yok.Onun gölgesinde yaşamak demek önce göklere çıkarılmak sonra da yere fırlatılıp topuğuyla çiğnenmek demek.Bu teklif beni tabii ki çok endişelendirdi."N'olur yapmayın"diyecektim ki.Şefim kendiliğinden "bende seni kaçıracak göz var mı?"dedi..Haliyle benim koltuklar kabardı.Tipik bir aslan burcu olarak pohpohlanmadan yaşayamadığım için çok hoşuma gitti hele de yaptığım işle bu kadar kısa sürede göze girip övgü almak beni onurlandırdı.Neyse bir iki haftadır kafamı başka şeylere takmıştım zaten bu konuşmalar beni iyice tetikledi.Yeni amacımı açıklıyorum(daha sevgili eşimin bile haberi yok).Bu seneyi de bir şekilde geçirip seneye tekrar sınava giriyorum ve Hukuk bölümünü kazanmak için ne gerekiyorsa yapıyorum.Aslında biraz da kararsızım çünkü babama söz verdim İşletme'yi de bitireceğim diye.Belli olmaz bende bu hırs olduktan sonra önce onu bitirir sonra da Hukuk okuyup cüppemi alırım.Ne de olsa herşeye milletin gaz vemesiyle başlamıştım.

Burada yazıma son veriyorum ve gaz verecek yorumlarınızı bekliyorum.

2 Mayıs 2008 Cuma

ÇOK ÖZLÜYORUM

Bu aralar nedense ailemi her zamankinden daha çok düşünür ve özler oldum.Ben de bir iyi kötü bir aile kurdum ama aynı zamanda hala birilerinin küçük kızı,hala birinin küçük kardeşiyim ve öyle görülüp ilgi,şefkat görmeye ihtiyacım var demek ki.Birilerini teselli edip,ağlaması için omzumu uzatmanın yanında benim de ağlayacak bir omuza(ablama),sarılacak kocaman bir gövdeye(babama),okşaması için başımı koyacağım bir dize(anneme)ihtiyacım var.
Ben özgür olacağım günleri iple çektim hep..Ama o zaman bana özgürlük gibi gelen yaşam tarzı meğer her dakikası hasretle dolu,tanıdık bir kokuya,sese muhtaç günlerden ibaretmiş.
Çocukken öfleye öfleye kalktığım bayram sabahlarının kıymetini bilmediğime yanıyorum;şimdi her bayramı onlardan ayrı yaşarken,oğluma sarılmaya doyamadığımda anlıyorum; babamın bizi göğsüne bastıra bastıra sarılırken hissettiklerini,bir eşe bir evlada sahip olduğum zaman anladım;merak etmenin insanı nasıl bu kadar asabi yapabildiğini..
Ben dünyanın en şanslı insanıyım:bir annem var sözcüklere ihtiyacı olmayan,pes etmeyen,ailesi için her zorluğa göğüs geren,savaşan..
bir babam var sevgisini hiç saklamayan,kalp kırmayan,tapılası...
bir ablam var bedenen uzakta olsa da kalbini yanımda taşıdığım,hep söylemesem de hep çok ama çok sevdiğim...

Benim bir ailem var herbiri için ayrı ayrı canımı verebileceğim...

27 Nisan 2008 Pazar

KARŞIYAKA(lıyım)

Bu şehire taşınalı dokuz sene olacak(bir ay sonra)...Şimdi "Nerelisin?" diyenlere İzmir'liyim diyorum..Halbuki alışmam çok zor olmuştu..HERŞEYİ İstanbul'da bırakıp,bir akşam vakti tüm sevdiklerimle vedalaşıp,otobüse bindiğimde çok heyecanlıydım...Bütün yolu uyumadan, yeni hayatım hem de bilmediğim bir şehirde nasıl olacak acaba diye düşünerek geldim buraya...
Daha ilk akşamdan annemin kokusu esmişti burnuma..annem ,babam,J.D,...vs "haydaaaa nasıl yaşarım ben burada?"Özledim,evime gideceğim deme şansım yok artık..Çocuk oyuncağı değil ki bu..Günler yavaş hem de çok yavaş geçiyor gibi geldi...Burası İstanbul gibi değildi hala da değil..Ama buranın İstanbul'dan daha güzel olduğunu yaşanılası bir şehir olduğunu anlamam da uzun sürmedi..Çocukken İzmir'den bir akrabamız gelmişti bize adını o zaman duymuştum hatta "anne bak deniz de varmış bir yaz biz de gidelim" dediğimde,"yok kızım oranın denizine girilmez hem de pis kokar orası"demişti(körfezden bahsediyordu sanırım)Evet belki kokuyordu ama tek kusuru da buydu zaten...O kadar alıştım ki buraya artık doğup büyüdüğüm İstanbul beni korkutuyor bile ailem hala orada olmasa bırak yaşamayı gezmeye bile gitmem artık...
Buraya geldiğimde ilk evimiz Karşıyaka'daydı..İzmir'le aralarındaki çekişmeyi zamanla öğrendim..denizin bir tarafı İzmir diğer tarafı Karşıyaka sanki ayrı iki şehir gibi bahsediyorlar ve özellikle gençleri birbirlerinden hiç hazetmiyorlar..Karşıyaka'da otura otura ben de Karşıyaka'lı oluverdim belki de bundan bir ayrıcalık gibi bahsedilmesi beni cezbetti...Evet ben Karşıyaka'lıyım ve 35 plakanın buçuk kısmı olmaktan çok mutluyum..
Artık çekirdeğe çiğdem,domatese domat,pancara çükündür,bostan patlıcanına topan patlıcan diyorum,kahvaltılarımı boyozla yapıyor arada bir de gevrekle renklendiriyorum..İş yerinde yemekleri beğenmezsem kumru yiyorum,akşamın bir vakti yalnız başıma evime dönerken hiç korkmuyorum çünkü ben Karşıyaka'lıyım...Ege'nin incisi dedikleri,Türkiye'nin en medeni,en temiz,en güler yüzlü insanlarının yaşadığı muhteşem bir şehirde yaşıyorum.
İstanbul'u buraya taşımaktansa kendim İzmir'li olmayı tecih ettim çok da iyi etmişim...
SEVİYORUM SENİ KARŞIYAKA...

24 Nisan 2008 Perşembe

23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI


Biliyorum aynı zamanda ve en önemlisi Ulusal Egemenlik Bayramı fakat bu sefer sadece Çocuk bayramı kısmından söz etmek geldi içimden..
Yarın oğlumun okulunda gösterisi var gecikmiş bir 23 Nisan gösterisi..Belli ki okulda söylemeyin sürpriz olsun diye tembihlemişler bunları, bizimki de ser veriyor sır vermiyor..umarım bu kadar zaman sakladığına değer merak ediyorum doğrusu..Geçen seferkini pek saymıyorum kısa bir okul macerasıydı ve at haline getirilmiş bir sopanın üzerinde tam öğlen uyku saatine denk gelen huysuz arkadaşlarla dolu bir gösteriydi,çocuklar perişan oldu diyebilirim.Neyse.
Bu sefer okuldan bir de not yollamışlar "istediğiniz en şık kıyafetini gönderin"diye.Biz de tabii özenip(tek ve ilk ya)bayram bahanesiyle kıyafet aldık.Kırmızı ayakkabılar,beyaz bir pantolon ve kırmızı t-shirt.Klasik yani bayrağı temsilen.Yalnız özellikle ayakkabılara para verirken içim çok acıdı.Birden bizim 23 Nisan'lar geldi aklıma ilk üç seneyi devlet okulunda okuduk ve bayram kıyafetlerini hazır almazdık.Bilmeyenler bilenlere rica ederdi dikmesi için.Bizimkileri anneciğim dikerdi ama o dikene kadar da yerimde duramazdım çünkü çalıştığı için hep son dakikaya bırakırdı ama yetiştirirdi."sen merak etme yetişir kızım"dedikçe daha çok sinirlenir ve paniklerdim-ya yetişmezse diye-ama o bir gecede diker ütüler odamıza hazır ederdi.Ve öyle baştan savma da yapmazdı mağazaya gitseniz o kadar temiz ve kaliteli dikiş göremezsiniz.
Hep süsüne meraklı olan ben bir de onları baş ucumda görünce sevinçten deliye dönerdim.Keşke bu hünerinden gram pay alabilseydim.Ama nasılsa bir yapan var diye hiç meraklanmadım ya da beceremedim.Ama bacak kadar çocuğa üç parça kıyafet alıp cüzdanı dükkanda bırakınca birden öğrenme hevesi sardı beni..Vakit bulursam bir ara dikişi de öğreneceğim:)))
Ne de olsa artık yarım buçuk anneyiz herşeye yetişmeyi öğrenmemiz lazım ufaktan değil mi?

23 Nisan 2008 Çarşamba

Celal Abimiz...:((((

Muhtemelen bütün gün onu düşüneceğim bugün..
Resmi tatil olması nedeniyle bugün izinliyiz ben de işe yarar birşeyler yapmak istedim ve Örnekköy Barınma Evi'mize gittim..Malum İzmir'in havası cehennem sıcakları başladı daha bu aydan...
Hayvan barınağının durumunu anlatmayacağım çünkü henüz barınak olamamış bir yer bizimki..Belediyenin keyfi yerine gelirse padoklarımız bitecek çıkmaz ayın son Çarşambası..350'den fazla köpek ve 300'den fazla kedi olan bir toplama kampı kıvamında bizim barınağımız..Bizim diyorum çünkü bir avucuz..Mail gruplarındaki yaygaraya bakılırsa 75-80 kişi arası ama gidip orada birşeyin ucundan tutan sadece bir avuç insanız...
Asıl oranın yaratıcısı,oranın demirbaşı,olmazsa olmazı Celal Abimiz var...Asker emeklisi ve tam on senedir sabrı ve merhameti dışında bir yardımcısı olmayan,annem ebatlarında(1.50 boy-45 kg)bir savaşçı o...Herkes onu asabi,terbiyesiz biliyor yanına yaklaşmaya korkuyor birşey söylemeye korkuyor ama nasıl olmasın..hep yarı yolda bırakılmış,bunca sene tek başına savaşmış bu da yetmezmiş gibi baktığı hayvanlara tecavüz edildiğine şahit olmuş..Onun da bir ailesi olmasına rağmen haftanın yedi günü sabahtan akşama kadar tüm zamanını,parasını,sağlığını oraya harcamış eli öpülesi bir varlık o...Elinde içi yemek dolu bir el arabası dağlarda gezinen başıboş hayvanlara bile yetişmeye çalışıyor...Bu da yetmezmiş gibi pazar günleri karısını da alıyor yanına elbirliğiyle yetişmeye çalışıyorlar....Bu savaşçı artık çok yorgun,hasta(inanın yazarken bile boğazım düğümleniyor)ama hala"ben olmazsam bunlar yaşayamaz"diyor ve bir saatini ayırıp doktora gitmiyor...
Bugün gittim..iki kap su değiştirmek bile onun için büyük yardım çünkü....Üç konteyner temizledim..bağlı duran köpekleri gezdirdim,su kaplarını temizledim,sularını tazeledim..Canım çıktı çünkü alan çok büyük ve hava çok sıcak bayılacağım sandım bir ara...Ben tek başıma şu kadarcık işten yoruldum,o bunların yanında dünya kadar iş yapıyor hem de HERGÜN...
Ama dedim ya savaşçı yorgun,savaşçı hasta artık..Güneş altında benim suratım mosmor oldu ama onun suratı kireç gibiydi...
Bugün hep onun için dua edeceğim allah onu dört ayaklı dostlarından ayırmasın diye

17 Nisan 2008 Perşembe

ÇILDIRTAN ABONE DİYALOGLARI:)

Bendeniz yedi sene sonra bir avukatlık bürosunda bir yayın kuruluşunun icra takipçisi oluverdim de..:)bu konuşmalar tarafımdan abonelerle yapılmıştır(ah keşke elimde ses kayıtları olsa)
-Beyefendi ben....avukatlık bürosundan arıyorum
-Neeeee?
-...avukatlık bürosu ;......... ilgili bir icra takibi var hakkınızda ko...(lafımı ağzıma tıkayıp başlıyor hikayesini anlatmaya)
-Beyefendi konudan zaten haberdarsınız (tebligat kendisine tebliğ edilmiş çoktan)
-Hayır benim birşeyden haberim yok
-Lütfen lafımı bölmeyin ve beni dinleyin
-Sosyal güvenceniz olmadığı için haciz listesine alınmışsınız en kısa zamanda ödeme yapmak zorundasınız aksi halde mal muhafazası gerçekleşecektir..
-Yahu benim neyim var ki hacize geliyorsunuz..
-Biz buluruz alacak birşeyler haciz giderleri de dosyanıza masraf olarak atacak bunlara gerek kalmasın yapın ödemenizi
-Amaaan gelirseniz gelin bi çikin karım var onu alır gidersiniz ama geri getirmeyin beni yaşatmaz
-Beyefendi lütfen biraz ciddi olun bakın hakkınızda kesinleşmiş bir hapis cezası var
-Çok ciddiyim kardeşim alın bu kadını hacizleyin..ben de hapiste 10 gün kafa dinler çıkarım
-Anlaşıldı..Ben resmi işlemlere devam ediyorum iyi günler
-Bi dakka bi dakka ne zaman geleceksiniz bunu almaya
-Neyi?
-Karımı
-İyi günler beyefendi!!!!!!!!!!!!!

13 Nisan 2008 Pazar

DERSİMİZ TABİAT BİLGİSİ


Şimdi malum bende bir tane(şimdilik!!!)oğlan çocuğu var..Yanlış anlaşılmasın "bende var" derken yolda bulmadım doğurdum elbet:)

Havalar güzelleşmeye başladığından ve ben cumartesi günleri de çalıştığım için iki haftadır haftasonlarını babaannesinin yazlık evinde geçiriyor..Orada da hem de deniz hem çayır çimen hayatından memnun yani..Artık yaşı da büyüdüğü için Örümcek Adam,Winnie The Pooh dergileri falan kesmiyor onu..Gözdemiz Neyşınıl Ceografik Kids,Bilim Çocuk falan..orada sayfalarda gördüklerini kısmen de olsa yaşayarak perçinleyince pek zevk alıyor keratta..İki haftadır babaannesi onu kır bayır gezdirip çiçek ve ağaç isimlerini öğretiyor..Tabii biz almaya gittiğimizde de bir heyecan anlatıyor.Yalnız isimleri kendine has lisanıyla söylüyor o başka(bilim dergileri okuyor ama konuşmaya gelince hala adam gibi değil :D)

Oğlan:"Anne bak gelincik"

Ben :"Hmmm ne kadar güzelmiş"

Oğlan: "Bunun arkadaşı var damatçık"

Ben :(Bu kötü espri karşısında zoraki bir gülümseme)

Oğlan : "Bak papatya"

Ben :"Ay harikasın sen kuzum"

Oğlan : "Anne bak yimoza"

Ben : "O ne oğlum?"

Oğlan : "hani sarı sarı var ya ağaçta o işte"

Ben :Hmmm annadım mimoza yani"

Ve bu iş bütün sahil boyunca devam etti.."ebegümeci anne,pisipisi otu anne...v.s."

12 Nisan 2008 Cumartesi

DAYANAMADIM GELDİM

Ben de özendim şu blog işine baktım ki bu devirde yazmak herkese daha kolay geliyor..ben de yazacağım o zaman..hem hayatım da eskisi kadar renksiz ve monoton değil artık elbet anlatacak birşeyler çıkar..tam bir buçuk aydır çalışıyorum hem de yedi seneden sonra..ve yine hem de patronumla futbol oynayamayacağım kadar disiplinli bir iş yerinde..
Uzun zamandır kesintisiz çalışanlar bana deli gözüyle bakıyor ama olsun ben hala aynı fikirdeyim:Haftada on gün olsun ben de on gün çalışayım.O kadar özlemişim ki sabahları bir amaç için yataktan kalkıp telaşla giyinmeyi,koşa koşa vapura gitmeyi,vapurun bulaşık suyu gibi çaylarını içmeyi vs..çok zor zamanlara girmeye başladığım bir arada ilaç gibi geldi bana işe girmek allah saadetimi bozmasın dimi:))
Hadi bakalım hoşgeldin yazılarınızı bekliyorum..